cuneyt66@gmail.com
11 Temmuz 2025, Türkiye’nin kırk yılı aşkın süredir kanayan yarası Kürt sorunu ve PKK terörü bağlamında tarihi bir gün olarak kayıtlara geçti. PKK’nın Kuzey Irak’taki Casene Mağarası’nda gerçekleştirdiği sembolik silah bırakma töreni, örgütün 5-7 Mayıs 2025’te aldığı fesih kararının bir yansıması oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti, MHP ve DEM Parti’nin bu süreçte ittifak kurduğunu açıklaması, yalnızca iç politikada değil, Ortadoğu’nun karmaşık denkleminde de yankı uyandırdı. CHP seçmeni bu gelişmeleri hem umutla hem de temkinle izliyor.
PKK’nın, Bese Hozat liderliğinde 30 kişilik bir grubun silahları yakarak imha ettiği tören, yıllardır süren çatışmaların son bulabileceğine dair bir umut ışığı yaktı. Ancak CHP’li yurttaşların, sürecin şeffaflığı ve niyetler konusunda endişeleri var. Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye” vurgusu ve AK Parti-MHP-DEM Parti ittifakı, yüzeyde barışçıl bir hedef gibi görünse de, bu işbirliğinin siyasi bir manevra olup olmadığı sorgulanmalı. Özgür Özel’in süreci destekleyen açıklamaları, partinin barışa olan bağlılığını yansıtsa da, bu ittifakın bir “pazarlık” içerdiği şüphesi zihinleri kurcalıyor. Sürecin, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki barış mesajıyla hızlanması ve MHP’nin bu sürece destek vermesi, ittifakın ideolojik sınırlarını belirsiz kılıyor. CHP’liler, bu sürecin demokratik reformlarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyor; aksi takdirde, sadece AK Parti’nin siyasi hegemonyasını pekiştiren bir araç haline gelebilir.
PKK’nın silah bırakması, yalnızca Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu, özellikle Suriye’yi derinden etkileyecek. PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki. Bazı yorumcular, PKK’nın Türkiye’deki silahlı varlığını sonlandırmasının, örgütün enerjisini Suriye’ye kaydırma stratejisi olabileceğini öne sürüyor. Bu da CHP’lileri kaygılandırıyor; çünkü Türkiye’nin Suriye politikası, YPG’nin varlığı nedeniyle yıllardır çelişkilerle dolu. Erdoğan’ın, Irak ve Suriye’deki Kürtlerle görüşmeler yaptığını ve onların da bu süreçten memnun olduğunu söylemesi, Türkiye’nin YPG’ye karşı daha esnek bir politika izleyebileceği sinyalini veriyor. Ancak, bu durum, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ne ölçüde koruduğu sorusunu akla getiriyor. CHP, Suriye’de barış ve istikrarın, Türkiye’nin güvenliği için elzem olduğunu düşünüyor; ancak bu, emperyal güçlerin bölgedeki oyunlarına alet olmadan yapılmalı.
Erdoğan’ın AK Parti, MHP ve DEM Parti ittifakını duyurması, Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açabilir. Ancak, CHP seçmeni bu ittifakın muhalefeti dışlayarak AK Parti’nin elini güçlendirme amacı taşıyabileceğini düşünüyor. Erdoğan’ın muhalefeti sürece dahil etme çağrısı, samimi olmaktan çok bir siyasi manevra gibi görünüyor. DEM Parti’nin, CHP’nin de sürece katılması durumunda çözümün daha hızlı olabileceğini belirtmesi, CHP için bir fırsat. Ancak, bu süreçte CHP’nin, AK Parti-MHP bloğunun gölgesinde kalmaması kritik. Türkiye siyaseti, bu ittifakın gölgesinde kutuplaşabilir; CHP’nin bu tuzağa düşmeden, demokratik reformları savunan bir çizgi izlemesi gerektiğini düşünüyorum.
Özgür Özel’in, PKK’nın silah bırakmasını memnuniyetle karşılarken kalıcı barış vurgusu yapması, CHP’nin yapıcı bir rol oynama isteğini gösteriyor. CHP tabanı ise partinin bu süreçte aktif bir aktör olmasını, ancak AK Parti’nin siyasi oyunlarına alet olmamasını istiyor. CHP, Kürt sorununun çözümüne yönelik somut öneriler sunmalı; örneğin, anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve toplumsal barış için adil bir af yasası gibi adımlar önermeli. Ancak, İyi Parti lideri Müsavat Dervişoğlu’nun süreci “tiyatro” olarak nitelendirmesi ve Sol Parti’nin, sürecin ABD’nin Ortadoğu politikalarına hizmet edebileceği uyarısı, muhalefetin birleşik bir cephe oluşturmasının önündeki engelleri gösteriyor. CHP’nin, diğer muhalif partilerle diyalog kurarak ortak bir barış vizyonu geliştirmesi, hem Kürt seçmen nezdinde güven kazanmasını hem de AK Parti’nin hegemonyasına karşı durmasını sağlayabilir.
PKK’nın silah bırakması ve Kürt sorununun çözümüne yönelik adımlar, yıllardır özlediğimiz barışın kapısını aralayabilir. Ancak, CHP tabanının çoğunluğu, bu sürecin, Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatmak için bir araç haline gelmesinden korkuyor. CHP’nin, bu tarihi fırsatı değerlendirirken ilkelerinden taviz vermemesi, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti vizyonunu savunması şart. Suriye’deki gelişmeler, bu sürecin bölgesel boyutunu karmaşıklaştırsa da, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyan bir dış politika, CHP’nin öncülüğünde şekillenebilir. Muhalefetin, bu süreçte birleşik ve yapıcı bir tutum sergilemesi, Türkiye’nin geleceğini demokratik bir zeminde inşa etmek için kritik. Umuyorum ki, CHP, bu yeni dönemde hem barışın hem de adaletin öncüsü olur. Ne var ki, benim inancım, belediyelere yapılan operasyonlarda, iktidar tarafından kamuoyunu tatmin edecek bir tutumla geri adım atılmadığı sürece CHP’nin sürece dahil edilmesi pek de mümkün görünmüyor…