cuneyt66@gmail.com
Türkiye, yıllardır süregelen köyden kente göç olgusuyla yoğrulmuş bir coğrafya. Ekonomik fırsatlar, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi cazip unsurlar, kırsal nüfusu büyük şehirlere çekmeye devam ediyor. Ancak son dönemde, özellikle büyükşehirlerin kaotik yaşamından bunalanların 'tersine göç' veya 'kentten kırsala' yönelimiyle birlikte, başka bir olgu daha belirginleşmeye başladı: Kentsel yaşamın rahatsızlıklarının, huzur arayışıyla gidilen yeni adreslere, yani köylere ve küçük kasabalara taşınması. Bu durum, özellikle Çanakkalemiz gibi hem doğal güzellikleri hem de stratejik konumuyla dikkat çeken şehirlerde derin uyum sorunlarını beraberinde getiriyor.
Çanakkale, tarihi dokusu, boğazın eşsiz manzarası, Ege'nin serin suları ve Kazdağları'nın oksijen dolu etekleriyle büyük şehirlerden kaçışın popüler rotalarından biri haline geldi. Özellikle İstanbul ve İzmir gibi metropollerden gelenler, burada daha sakin, doğayla iç içe bir yaşam hayali kuruyor. Pandemiyle birlikte ivme kazanan bu göç dalgası, Çanakkale'nin kent merkezini ve özellikle çevresindeki köyleri beklenmedik bir dönüşüme zorluyor.
Ne var ki, bu yeni nüfus akını, beraberinde kent alışkanlıklarını, beklentilerini ve maalesef kent yaşamının getirdiği rahatsızlıkları da taşıyor. Sakin köy yollarında artan araç trafiği, betonlaşma eğilimi, "yeni nesil" köy kahvelerindeki değişen sohbet konuları ve hatta komşuluk ilişkilerindeki farklılaşmalar, eskiden köy hayatının vazgeçilmezi olan huzuru törpülemeye başlıyor. Örneğin, eskiden tarlasına gitmek için acele eden traktörün sesiyle uyanılan bir köyde, şimdi akşamları yüksek sesli müzik dinleyenlerin yarattığı gürültü kirliliği bir uyum sorununa dönüşebiliyor. Büyükşehirlerin "site kültürü" veya "kapalı yaşam alanı" algısı, Çanakkale'nin mütevazı köylerindeki açık, samimi ve karşılıklı yardımlaşmaya dayalı komşuluk ilişkilerini zayıflatma riski taşıyor.
Uyum sorunu ise çift taraflı yaşanıyor. Kırsal yaşamın ritmine alışkın olmayan yeni göçmenler, buradaki sosyal ve kültürel kodlara adapte olmakta zorlanabiliyorlar. Kendi getirdikleri yaşam biçimlerini dayatma veya kırsal kültürü "eski" bulma eğilimi gösterebiliyorlar. Diğer yandan, yıllardır aynı topraklarda yaşayan yerleşik köy halkı da, ani nüfus artışı ve değişen sosyo-kültürel dinamikler karşısında şaşkınlık ve hatta yabancılaşma hissedebiliyor. Köyün çehresinin değişmesi, tarım alanlarının imara açılması, yerel ekonominin niteliğinin değişmesi gibi unsurlar, yerleşik halk için kendi yaşam biçimlerinin tehdit altında olduğu algısını yaratabiliyor.
Çanakkale gibi nadide şehirlerin bu göç dalgasını yönetirken, dengeli bir yaklaşım sergilemesi kritik önem taşıyor. Yeni gelenlerin bölge kültürüne saygı duyması, yerel halkın da değişime açık olması, ancak kendi kimlik ve değerlerini koruma konusunda bilinçli davranması gerekiyor. Aksi takdirde, "huzur" arayışıyla gidilen bu yerler, kısa sürede büyük şehirlerin kaçılan sorunlarını içselleştirerek kendi kimliklerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Çanakkale'nin eşsizliğini korumak, hem yeni gelenlerin hem de yerleşiklerin ortak sorumluluğundadır.